• Y kuşağı ya da Millennials denen şahsiyetler topluluğu uzaylı mıdır?
  • Onları nasıl algılıyoruz?
  • Muhtemelen onları Gezi olayları sonrası daha çok seviyoruz ama önceden hafiften sinir olmuyor muyduk?

Y kuşağını tembel, bencil, narsist, sığ ya da kendine önem vehmeden diye nitelendirmek için onlar hakkında yapılmış çeşitli çalışmaları kanıt olarak gösterebilirsiniz, Çünkü mevcut.  Böylece klasik kuşak çatışması klişesinden ve eski kafalı olarak değerlendirilmekten sıyırabilirsiniz.

1980 ile 2000 arası doğumlulara Y kuşağı diyoruz. Ya da ''millennial'' Y ile ‘’why’’ sorusuna da çağrışım yapılarak  herşeyi sorgulayan bir nesil oldukları vurgulanmış oluyor.

Daha önce tanımlanmış bütün gruplardan sayıca daha çoklar ve daha çok ortak özelliğe sahipler. Bunun sebebi  küreselleşme ve sosyal medya…Internet, şehirleşme ve tek çocuk politikası bu kendine fazla güvenen, kendiyle meşgul batı tarzı figurün oluşmasına sebep oldu. Ayrıca bu bir zengin çocuk problemi değil. Zengin olmayan millennial’lar arasında daha büyük oranda narsizm, materyalizm ve teknoloji düşkünlüğü var.

Millennial’lar, 1943-60 doğumlu olan anne babalarının oluşturduğu BABY BOOMER’lardan sonra sosyal devrim konusunda en çok heyecan ve tehdit yaratan jenerasyon. Üstelik otoriteyi devralmak istedikleri için değil, resmi kurum, kadro vs.den bağımsız büyüdükleri için. Sırf bu sebeple otorite korkusu duymuyorlar ve NEDEN diye sormaktan çekinmiyorlar ve de otoriteye karşı büyük bir  tepki de beslemiyorlar. Ve yine bu nedenle tıpkı GEZİ Parkı’nda olduğu gibi dünyadaki  diğer OCCUPY hareketleri de daha önce yapılan devrimler kadar büyük bir değişim yaratmadı.

Endüstri devrimi bireyleri güçlü kılmıştı; şehre taşınabiliyorlar, firma sahibi olabiliyorlar, organizasyonları şekillendirebiliyorlardı. Enformasyon çağı ise bireyleri daha da güçlendirdi; Artık büyük organizasyonlara karşı koyabilmek için teknolojiyi kullanabiliyorlar;

Hacker’lara karşı kurumlar

Blogger’lara karşı yazılı medya

Teröristlere karşı devlet

YouTube direktörlerine karşı stüdyolar

Uygulama geliştiricilere karşı tüm endüstri

Sonuç: Millenniallar’ın bize ihtiyacı yok. O yüzden onlardan çekiniyoruz.

Onlara ‘’ME’’ jenerasyon da deniyor. Hatta son dönemde ‘’ME ME ME’’ ‘’BEN BEN BEN’’ jenerasyon şeklinde anılıyorlar. Buna, türlü türlü hallerini fotoğraflamaları ve sosyal medyada paylaşmaları sebep oluyor. Hepsi ünlü olma sevdalısı.

70'li yıllarda kendine güvenen çocuklar yetiştirmenin onların ileriki hayatlarında başarılı olmalarının tek yolu olduğu düşünülüyordu. Küçük prens ve prensesçikler olarak büyümenin sonucu olarak politik katılımı düşük, vatan millet meselelerine kayıtsız bir nesil oluştu. Bazı uzmanların görüşüne göre; ana babaları ,onların öz saygılarını güçlendireceğiz derken narsist olmalarına destek vermiş olarak masum bir hata işlediler. Evet, bu şişmiş özgüven onların  kolaylıkla iş bulmalarını sağlıyor fakat aynı işte ya da aynı ilişkide kalmalarına engel oluyordu. Bugünün yöneticileri, yürüttükleri projenin sıkıcı olduğunu CEO’ya direkt olarak e.mail ile bildirme cesaretini kendilerinde bulan Millenniallarla nasıl başa çıkacaklarını bilemiyorlar.

Tarihte, 23 yaşına ulaşana kadar birbirinden bu kadar etkilenen bir nesil daha olmamıştı. Birbirlerine günde ortalama 88 sms attıkları iddia ediliyor. Çoğunlukla ekran üzerinden olmak üzere neredeyse tüm gün interaksiyondalar. Bu yüzden bir café’de yanyana otururken mesajlaşan gençler görüyoruz. Buna karşılık telefonda konuşmayı sevmiyorlar. Sakin ve kayıtsız görünüyor olabilirler. Ancak ‘’Acaba daha iyi birşey kaçırıyor muyum?’’ duygusu ile endişeliler. %70'i telefonlarını her saat kontrol ediyor ya da telefonlarının vibrasyon sistemi devrede. Bunun da en büyük sebebi ‘’durumlarının beğenildiğini’’ kontrol etmek ve sonucunda bir miktar dopamin salgılamak. Yüz yüze iletişim kurmamanın ve narsizmin sonucu olarak , yıllar içinde gençlerin yaratıcılığı ve empati becerisinin düşüşe geçtiği tespit edilmiş. Bu nedenle, başkalarının kaygılarını anlamak bir yana, onların bakış açılarını zihinsel düzeyden algılamakta dahi sorunları var.

En iyi yaptıkları, kendilerini takipçi ve arkadaşlar vasıtasıyla birer markaya dönüştürmek. Kendini satmak, pozitif olmak ve sahip oldukları özgüvenle birlikte parti zamanlarını, kutlamaları, başarıları ve gezi fotoğraflarını facebook’tan twitter’dan instagram’dan, youtube’dan paylaşmak onları küçük birer şöhret haline getiriyor. Onlar Reality show’larla büyüdüler ki bu adeta narsizm hakkında birer belgesel niteliğindeydi.

Bunu okurken içinden doğrulayan bizler, acaba sosyal medyada ne derece aktif olduğumuzun, kendimizi oraya yansıtırken ne derece narsist olduğumuzun ya da küçük medya oyuncaklarımıza ne derece bağımlı olduğumuzun farkında mıyız? Onları tembellik ya da empati yoksunu olmakla yargılarken kendimiz bu konuda nasılız?

Buraya kadar onları eleştirdik durduk. Çünkü elimizde bu haklı çıkartacak data var dedik.

Aslında onlar uzaydan gelmediler. Sadece ortama ayak uydurmak için mutasyon geçirdiler ve ortaya bu çıktı. Örneğin meslek seçme olanakları bu kadar geliştiği, bazı mesleklerin 10 yıl bile yaşamadığı bu dönemden geçerken kim ömrünü tek bir işe ya da şirkete adar ki? Ya da arkadaş bulma siteleri bu kadar gelişmiş ve uluslararası düzeye ulaşmışken neden okuldan ya da mahalleden bulduğumuz biriyle evlenmek zorunda olalım ki? Ayrıca tıp, kadınların 40 yaşından sonra bile hamile kalmalarını sağladığına göre büyük kararları almak için neden acele edelim? Bütün bu seçimler hayal kırıklığı ile sonuçlanacak olsa da risk almaya değmez mi?

Aslında bugün birçok millennial, zengin çocuklarının eskiden beri davrandığı gibi davranıyor. Ayrıca diyelim ki yazar olmak istedik ama bugün için erişim ağımız kısıtlı. Eskiden bu yüzden yazar olma sevdamızdan vazgeçerdik. Şimdi ise bize gereken kişiyi tanıyan birini biliyor ve onun e.mail adresinden kendisine ulaşabiliyoruz. Bu nedenle onlar kendilerini herşeyi yapmaya yetkin ve muktedir görüyorlar dolayısıyla yeni şeyleri denemeye daha açık ve daha istekliler. Otoriteye saygı duymadıkları için bir küskünlükleri de yok. O nedenle asi olmayan ilk nesil onlar. Hatta surat bile asmıyorlar. Ayrıca birçoğu, ebeveynleri ile iyi arkadaş. Hala onlarla beraber yaşıyorlar ve onlara danışmadan pek birşey yapmıyorlar. Sosyal medyayı paylaşan, ortak müzikler dinleyip neredeyse ortak mekanlara gittikleri ebeveynlerinden neden nefret etsinler ki. Bilakis onları takip ediyor ve birçok şeyi paylaşmak istiyorlar. 

Bizden Eda Taşpınar, dünyadan Kim Kardashian gibi normal kişilerin şöhret olduğunu görmek onlara özgüven aşılıyor. Böylece istediklerinin peşinden gidebiliyorlar. Bu bazen rahatsız edici olabilir ama ne zararı var ki ! Kim Kardashian özel bir yeteneği olmadığı halde neden bu derece çekici olduğunu kendisini tamamen ortaya koymasına ve hayatını yaşama şekliyle ilgili açık ve dürüst olmasına bağlıyor. Kardashian ve emsallerinin bu aşırı paylaşımları 60larda sıradan bir Amerikan ailesinin arkadaşlarını tutsak ederek berbat tatil fotoğraflarını slide show halinde göstermelerinden daha sıkıcı olmasa gerek. Düşünün bir de Baby Boomer’ların YouTube’u olsaydı. Kimbilir nasıl olurdu!? Ya da Woodstock’ta çamurda oynayanları Instagram’da hayal edin.

Gerçekte sinir olduğumuz Millenniallar değil de şu anda bizi saran teknoloji midir yoksa? Onlara sınıfta cep telefonlarına bakıyorlar diye kızıyoruz. Kendinizi kuyrukta beklerken canlandırın. Kimbilir kaç kere telefonunuzu kontrol ediyorsunuz. Bir de şöyle düşünün...Bu teknoloji ile doğduğunuzu tüm hayatınızı bununla geçirdiğinizi ve tüm matematik dersinde onsuz oturmak zorunda olduğunuzu…

Öncü şirketler artık kendilerini Millenniallara göre ayarlamakla kalmıyor çalışma atmosferini de onların beklentilerini karşılayacak şekilde düzenliyor. Para onlar için, önceki jenerasyonlarda olduğu kadar güçlü bir motivasyon aracı değil. Kendilerini gerçekleştirmek daha önemli. Örneğin Amerika’da bir şirkette çalışma saatleri içinde sinema, heykel, resim, fotoğraf ve karate kursları almak mümkün.

Daha önce düsturu ‘’YAPMAK’’ olan nesiller yerine onlarınki ‘’DÜŞÜNMEK’’.

‘’Yapmadan önce düşün ‘’

Onlar iyi ve pozitifler. Alaycı değiller ya da X kuşağı bıkkınlığı onlarda yok. Farklılıkları daha kolay kabul ediyorlar. Onlarda ‘’bize karşı onlar’’ diye bir kavram yok. Belki de bu yüzden başkaldırı da yok.

Onların sloganı ‘gelenekselliğe meydan oku ve birşeyleri yapmanın hep daha iyi ve yeni yollarını araştır’.

Aslında en büyük terörist ataklar ve en uzun savaşlardan biri olan Irak savaşı ve Arap Baharı onların döneminde gerçekleşti. Ama bu, onların kişisel başarı beklentilerini gölgelemedi. Bu kadar iyimser olmaları biraz ilüzyonda olmak gibi  algılanabilir. Herşeye rağmen bu, şikayet etmek, zevzeklik yapmak ya da ağlak davranmaktan daha iyi sonuçlar almalarını sağlamaz mı?

Onların dünyaları öyle düz ki bir lider arayışları yok. Pragmatik idealistler. Hayal kurmaktan çok düşünenler. Samimi ve optimistler. Sistemi kucaklayan bir yapıları var ama ezberbozanlar. Sürekli onaylanmak istiyorlar. Şöhret tutkunu oldukları halde şöhretleri idolleştirme eğilimleri yok. Kendilerini büyük kurumlarla özdeşleştirmiyorlar. Amerikadakiler Tanrıya inandıkları halde kiliseye gitmiyorlar örneğin... Yeni tecrübeler edinmek mal mülk sahibi olmaktan daha önemli… Sakin ve soğukkanlılar. Ve çok da tutkulu değiller. Bilgili ama atıllar. Parasal anlamda kredi kartı borçları olmadığından sorumluluk duyguları var gibi gözükmekle birlikte hala ebeveynlerinin kredi kartlarını kullandıklarını unutmamak gerek. 

Onlardan sonraki neslin daha da güçlü olması bekleniyor. Kamerayla ilişkilerinin daha doğar doğmaz başladığı düşünülecek olursa!  Şimdiden 1 yaşında bir çocuğun ortalama fotoğraf adedi 17.yy Fransız Kralınınkinden daha fazla…

Evet! Onların tembel, narsist oldukları ve kendilerini önemli gördükleriyle ilgili araştırma sonuçlarına sahip olabiliriz. Ancak bir nesil hakkında birkaç araştırma sonucuna dayanarak karar vermek haksızlık olur. Onları içinde bulundukları koşullarla başa çıkabilme becerileriyle ve bizim onlara nasıl tepki verdiğimizle birlikte değerlendirmeliyiz. 80 milyonluk, birçok ortak özellikleriyle kocaman bir grup olarak onları dikkate almamak mümkün değil. Onları nasıl gördüğümüz değişime nasıl baktığımızın bir aynası olacaktır. 

Didem Şen Pamuk Yazan: Didem Şen Pamuk